Üyesi
olduğumuz
Birleşmiş
Milletler
Gıda
ve
Tarım
Örgütü’nün
(
FAO
)
1979
yılında
yapılan
20.
konferansında
147
ülkenin
ortak
kararıyla
dünyada
gıda
sorunlarının
boyutları
ve
önemi
hakkında
kamuoyunu
aydınlatmak,
herkesi
yanlış
beslenme
ve
açlığa
karşı
mücadeleye
çağırmak
amacıyla
Gıda,
Tarım
ve
Hayvancılık
Bakanlığının
koordinatörlüğünde
16
ekim
Dünya
Gıda
Günü
olarak
kutlanmaktadır.
1981
den
beri
her
yıl
farklı
bir
temaya
vurgu
yapılmaktadır.
Bu
yılki
dünya
gıda
gününün
konusu
"
Küresel
gıda
fiyatları-krizden
istikrara"
dır.
2005
ile
2008
yılları
arasında
dünya
temel
gıda
fiyatları
son
30
yıllık
süre
zarfındaki
en
yüksek
seviyesine
tırmandı.
Bu
sürecin
son
18
ayında
mısır
fiyatları
%74
artış
kaydederken
pirinç
fiyatı
ise
%166
oranında
arttı
ve
20
den
fazla
ülkede
açlık
isyanları
oluştu.
2008
yılından
günümüze
kadar
olan
süreçte
ise
gıda
fiyatları
dalgalı
bir
seyir
izledi.
Fiyatlardaki
bu
dalgalanma
özellikle
kalkınmakta
olan
ve
gelişmekte
olan
ülkelerdeki
gıda
erişimine
ve
güvenliğine
çok
büyük
ve
ciddi
bir
tehdit
oluşturmaktadır.
Bu
hususta
en
büyük
zararı
fakir
ve
korunmasız
durumda
olanlar
görmektedir.
Dünya
bankasının
verilerine
göre
2010-2011
yılları
arasında
gıda
fiyatlarındaki
artışlar
nedeniyle
neredeyse
70
milyona
yakın
kişi
yokluğa,
fakirliğe,
açlığa
mahkum
olmuştur.
"Küresel
gıda
fiyatları-krizden
istikrara"
teması
bu
olumsuz
trende
ve
en
savunmasız
en
zayıflar
üzerindeki
etkilerinin
azaltılması
için
neler
yapılabileceğine
dikkat
çekmek
için
Dünya
Gıda
Gününün
bu
yılki
teması
olarak
seçilmiştir.
Gıda
ürünleri
ithal
eden
ülkelerde
ani
fiyat
artışları
vatandaşları
için
gıda
ithalini
daha
da
pahalı
bir
hale
getirmek
suretiyle
fakir
ülkeleri
vurabilir.
2010
yılında
dünyanın
Düşük
Gelirli
Gıda
Açığı
Olan
Ülkelerinin
(LIFDCs)
gıda
ithalatı
için
harcamaları
bir
önceki
yıla
göre
%20
artışla
rekor
kırmış
ve
164
milyar
ABD
dolarına
ulaşmıştır.
Diğer
taraftan
bireyler
seviyesinde
günde
1.25
ABD
dolarından
daha
az
kazanan
kişiler
gıda
fiyatları
yükseldiği
zaman
bir
öğün
yemeği
atlamak
zorunda
kalabilmektedirler.
1980
yılından
günümüze
kadar
geçen
30
yılda
OECD
ülkelerinin
tarıma
tahsis
ettikleri
resmi
kalkınma
yardımları
%43
düşmüştür.
Tarıma
zengin
ve
fakir
ülkelerde
benzer
şekilde
yetersiz
fon
ayrılmaya
devam
etmesi
belki
de
bugün
karşı
karşıya
olduğumuz
problemlerin
yegane
temelidir.
Gıda
fiyatlarındaki
bu
dalgalanmaya
katkı
yapan
diğer
faktör
de
yakın
zamanlarda
kurumsal
yatırımcıların
çok
büyük
miktarda
paralarla
gıda
ürünleri
vadeli
işlem
piyasalarına
girmiş
olmalarıdır.
Spekülasyon
neticesinde
gıda
fiyatlarının
kısmen
yükselmiş
olduğu
tartışılmaktadır.
Nüfus
artışı,
her
yıl
beslenecek
yaklaşık
80
milyon
yeni
kişi
bir
diğer
önemli
husustur.
Nüfus
baskısı
küresel
ısınmanın
ve
iklim
değişikliklerinin
yarattığı
dengesiz,
istikrarsız
ve
genellikle
aşırı
meteorolojik
olaylarla
daha
da
şiddetlenmektedir.
Nitekim
Somali,
Etiyopya
ve
Kenya
olmak
üzere
Doğu
Afrika’da
yaklaşık
12
milyon
insanın
açlığa
bağlı
toplu
ölüm
tehlikesine
sürüklenmesine
neden
olan
kuraklık,
geçen
yıl
ve
bu
yıl
üst
üste
yağmur
yağmaması
nedeniyle
krize
dönüşmüştür.
Toplam
yüzölçümü
Türkiye’ye
yakın
olan
Somali’de
yaşayan
nüfus,
9,5
milyon
civarı
olup
yarısı
açlıkla
boğuşmaktadır.
Açlığa
karşı
verilen
mücadelede
en
savunmasız
olan
onbinlerce
çocuk
ölmüş,
insanlar
yerlerini
terketmek
zorunda
kalmışlardır.
Somalide
kuraklığın
en
yoğun
olduğu
güney
kesimlerinde
yaşayan
ve
hayvancılıkla
geçinen
göçer
kabileler,
sürülerini
ve
geçim
kaynaklarını
kaybetmekte,
tarımsal
üretim
de
hızla
düşmektedir.
1990’dan
bu
yana
devam
eden
siyasi
belirsizlik,
yaşanan
iç
savaş
ve
dış
müdahalelerin
artırdığı
kaos
ortamı,
kıtlığın
ve
insani
trajedinin
derinleşmesine
neden
olmaktadır.
2009
yılında,
artan
gıda
fiyatları,
akaryakıt
fiyatları
ve
mali
krizin
kısmi
etkisiyle
dünyada
bir
milyar
aç
insan
seviyesine
ulaşılmıştır.
Şu
anda
gıda
temininde
zorluk
yaşamayan
ülkemizde
artan
nüfusun
ihtiyaçları
karşısında
üretim
miktarlarını
artırmak,
elimizdeki
kaynakları
verimli
kullanmak
ve
israftan
kaçınmak
zorundayız.
Ayrıca
adil
bir
paylaşımla
herkesin
yeterince
gıdaya
erişimini
sağlamak
mecburiyetindeyiz.
Yeterli
beslenmenin
yanısıra
vücudumuzun
ihtiyaç
duyduğu
besinleri
dengeli
bir
şekilde
almalıyız.
Hastalık
gibi
nedenlerle
obez
olan
insanları
bir
kenara
bırakacak
olursak
aşırı
beslenme
ve
zayıflamak
için
harcanan
bedel
aç
insanların
doyurulmasına
fazlasıyla
yetecektir.
Özellikle
çocukların
fast
food,
kızartma,
cips,
gazlı
içecek
gibi
gıdalardan
uzak
durması
bunların
yerine
et,
süt,
ayran,
meyve
ve
sebze
gibi
gıdaları
tüketmeleri
ve
düzgün
beslenme
alışkanlıkları
sağlanmalıdır.
Özellikle
sabah
kahvaltılarının
yeterli
düzeyde
yaptırılması
büyük
önem
arz
etmektedir.
Okul
sütü
projesi
de
hayata
geçirilerek
dengeli
beslenmeye
katkıda
bulunulabilir.
Yeterli
ve
dengeli
gıda
temininden
başka
diğer
önemli
husus
ise
güvenilir
gıda
yani
besin
değerini
kaybetmemiş,
fiziksel,
kimyasal
ve
mikrobiyolojik
açıdan
temiz
olan
bozulmamış
gıda
maddesi
tüketmektir.
Bunun
için
tüketiciler
aldıkları
ürünün
Gıda,
Tarım
ve
Hayvancılık
Bakanlığından
izinli,
son
tüketim
tarihinin
geçmemiş,
ambalajlı
ve
etiketli,
muhafaza
ve
satış
koşullarının
uygun
olmasına
yani
dondurulmuş
gıdalarda
soğuk
zincirin
kırılmamış
olmasına,
özellikle
çabuk
bozulan
et,
tavuk,
balık,
yoğurt,
peynir
gibi
hayvansal
ürünlerin
soğuk
muhafazada
olmasına
dikkat
etmelidir.
Pahalı
veya ucuz olanı değil, ihtiyacımız olanı tüketmeliyiz.